Genel Başkanımız Rafi AY ve Genel Başkan Yardımcılarımız sendikamız tarafından geleneksel hale getirilen ve bu yıl 9’uncu kez gerçekleştirilen “24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı Geleneksel Yemeği”nde basın mensupları ile bir araya geldi.
22 Temmuz 2024 tarihinde Ankara’da sendika genel merkezinde gerçekleşen programa, Genel Başkanımız Rafi AY’ın yanı sıra Genel Başkan Yardımcılarımız Muzaffer Birdoğan, İbrahim Yıldız, Engin Doğan, Samet Ceylan, Genel Sekreterimiz Turgay Ulutürk ve Basın Yayın Daire Başkanımız Didem Demir katıldı.
Genel Başkanımız Rafi AY, çok sayıda medya ve basın mensubunun katıldığı toplantıda yaptığı konuşmada; tekstil ve hazır giyim sektörünün son durumu, örgütlenme, vergi adaletsizliği, asgari ücret, enflasyon ve hayat pahalılığı gibi konulara değinerek şu açıklamalarda bulundu:
“24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramınız Kutlu Olsun”
Sendikamızın her yıl düzenlemiş olduğu sizlerle bu kıymetli günde sizlerle olmaktan mutluluk duyuyoruz. 24 Temmuz, basın özgürlüğüne adanmış bir gün. Çeşitli adlarla anılsa da, sonuçta hür basının doğmasına vesile olan tarihsel kökeni var. Sizlere ve ülkemize kutlu olsun.
“Hazır giyim tarafı ülkemizi terk ederek, başka ülkelerde üretim yapmaya başladı”
Geçen yıldan bugüne ülkemizde birçok şey değişti. Yoğun bir ekonomik sıkıntı içerisindeyiz. Emekçiler olarak bu sıkıntılardan en çok bizler etkileniyoruz. Çünkü bizler emeğimizle üreterek hayatımızı devam ettiren, kazanan insanlarız. Tekstil sektörünün kendine has daha da derinleşen bir sıkıntısı, problemi var. Biliyorsunuz tekstil sektörü son bir yılda özellikle hazır giyim tarafı ülkemizi terk ederek, başka ülkelerde üretim yapmaya başladı. Biz fason üretim yapan bir ülkeyiz. Fason üreticilerimiz, Türk üreticilerimiz de bu tür emeğin daha ucuz olduğu ülkelere giderek orada fason üretimlerini yapmaya çalışıyorlar. İnsanoğlu var olduğu sürece tekstil var olmaya devam edecek. Fakat tekstilin ülkemizde var olması için de mücadeleyi vermeliyiz.
“Avrupa Şampiyonası'nda futbolcuların üzerinde Türk markası göremedik”
Tekstilin markalaşması gerekiyor. Bildiğiniz gibi bir Avrupa Şampiyonası geçirdik. Bu Avrupa Şampiyonası'nda futbolcuların üzerinde çeşitli markalara ait formalar gördünüz. Ama maalesef bunların hiçbir tanesi Türk markası değil. Türk markası göeremeidk. Tekstilde iyi üreten, kaliteli üreten iyi emek sarf eden bir sektörüz. Ona rağmen maalesef hiçbir markamız yok. Biz bu söylememizi her zaman yeniledik ve yenilemeye devam edeceğiz. Tekstilin ana sıkıntılarından bir tanesi ülkemizin markalaşamaması ve fason üretim yapmasıdır. Çünkü fason üretim kolayımıza geliyor. Fason üretimde kazanmak daha kolay. Çünkü markalaşmak bir yatırım, bir süreç. Bugün geldiğimiz noktada bize fason üretim yapan ya da yaptıran markalar bu üretimlerinin daha ucuz emeğin olduğu, daha enerjinin daha ucuz olduğu, daha pazara yakın olan ya da pazarlara ulaşmanın daha kolay olduğu yerlerde üretim yaptırmaya başladılar. Maalesef Türk Tekstil sektörünün durumu da bu şekilde.
“Tekstil’de dünyada ilk ondayız”
Bildiğiniz üzere dünyada birçok değişim oluyor. Bunlardan biri de sanayi 4.0. Yine yeşil enerji, karbon ayak izi gibi birçok değişimler oluyorlar. Biz bu değişimlere ayak uydurmaya çalışırken bir taraftan da tekstil sektörünün maalesef bu tür sıkıntılarıyla mücadele etmeye çalışıyoruz. Bakın biz tekstilde dünyada ilk ondayız. Geçen yıl 20 milyar dolarının üzerinde ihracatımız vardı tekstil sektöründe. 20 milyar doların üzerinde bir kapasiteye sahip, bir üretim hacmine sahip bu kadar dövizi ülkemize getirebilecek bir sektör var elimizde. Ve bu sektörün elimizden kaymasına müsaade ediyoruz.
“90 bin kişi tekstil sektöründen çıkmış durumda”
Defalarca söyledik. Yine söylemeye devam edeceğiz. Buna buna dur denilmesi gerekiyor. Ucuz işçiliğin önüne geçmemiz gerekiyor.. Herkes ucuz işçiliğin peşinde. Ucuz işçilik olunca maalesef kalite olmuyor. Ucuz işçilik olunca maalesef ki sektörden kaymalar oluyor. Bakın, geçen yıldan itibaren Nisan ayı kayıtlarına göre 90 bin kişi tekstil sektöründen çıkmış durumda. Aslında sektör küçülürken bir taraftan da sektör kalifiye eleman sıkıntısı yaşıyor. Niye? Tekstil sektöründen çıkanlar bir daha bu sektöre geri dönmek istemiyorlar. Bunun sebebi, burada üretim yapanların ucuz işçiliği aramalarıdır. O yüzden burada ucuz işçilik değil, kaliteli, verimli işçilik aranmalıdır. Tabii bunun temel sebeplerinden bir tanesi de örgütlenmedir.
“Örgütlü toplum, örgütlü işçi, örgütlü emek güç bulur”
Tekstil sektöründe çalışanların örgütlenmesi gerekir. Örgütlü toplum, örgütlü işçi, örgütlü emek güç bulur. Ama maalesef Türkiye'de örgütlenmenin önünde birçok engel var. Yasal engeller var. örgütlenme sürecinde yetki aşamasına geliyoruz ve yetki sürecinde birçok şeyle karşılaşıyoruz. İdari yaptırımlarla karşılaşıyoruz. Organize sanayi bölgelerine oradaki idari amirlerin yetkileriyle bölgeye giremiyoruz. İşçiyle bir araya gelemiyoruz. Bunun dışında hukuki süreçler var. Yetki alıyorsunuz, bitmiyor. 3 buçuk 4 sene devam eden yetkili mahkemeleri var. Tekstil sektörü dinamik bir sektör. Siz dört sene sonra yetki aldıktan sonra oraya döndüğünüzde ya işçiyi bulamıyorsunuz ve bazen de iş yerini de bulamıyorsunuz. İş yeri de taşınmış ve kapanmış oluyor. O yüzden ucuz işçiliğin sektörün geliştirilmesinin temelinde, temel sorunlarında yine örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller var. Bu engellerin kaldırılması gerekir.
“Asgari ücretin artışı oranı kadar vergi oranları arttırılmadı”
Emekçinin üzerindeki ağır vergi yükü uzun süredir gündemi meşgul ediyor. Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınması gerekiyor. Işin adil tarafı bu. Ama baktığımız zaman uygulama tarafı maalesef bu değil. Geçen senede yapmıştık bu araştırmayı, bu senede yaptık. Kazancımız ile gelir vergisi arasındaki fark yüzde 115. Yani asgari ücretin artışı oranı kadar vergi oranları arttırılmadı.
Makas daraltıldı ki biz daha çok vergi ödeyelim diye. Çok basit bir söylemle eskiden işçiler son iki ayda ikinci vergi dilimine geçerlerdi. Yani yüzde 20’lik vergiye geçerlerdi. Şimdi dördüncü aydan itibaren ikinci vergi dilimine, dokuzuncu aydan itibaren üçüncü vergi dilimine geçiliyor. Biz çok kazanmıyoruz ki. Vergiyi çok kazanandan almak gerekir.
“Emekçiler olarak yüz yıl önceki sorunlarla boğuşuyoruz”
Konfederasyonumuz HAK-İŞ’ vergi konusunda bir araştırma yaptı. Bu araştırmayı sizlerle, kamuoyuyla paylaştı. Üç konfederasyon da bir araya geldiler. Özellikle vergiyle ilgili adaletin sağlanması gerektiğini söylediler. Evet, emeğin üzerindeki vergi yükünü kaldırın. Emeğin üzerindeki vergi yükünü alın. Bakın tasarruf, tasarruf, tasarruf birçok şey konuşuluyor. Tasarrufu kim yapar? Tasarrufu kazanandan yaparsınız ya da kamu kaynakları tasarrufu yapar. Biz emekçiler olarak yüz yıl önceki sorunlarla boğuşuyoruz.
Ne bu sorun? Karnımızı doyurmak ve barınmak, geçinmekle uğraşıyoruz şu anda. Biz karnımızı doyuramıyoruz. Kiramızı ödeyemiyoruz. Geleceğimiz için çoluk çocuğumuz için bir kenara para koyamıyoruz. Tasarrufbizden yapılıyor maalesef. Sektörün gerekçelerinin yanı sıra sırtımızdaki vergi yükü de cabası.
“Bir ülkede adalet isteniyorsa o zaman bu emekçinin üzerinden sağlanmalı”
Bu direkt vergi. Bir de bunun dolaylı yükü var. Vergiden arındırılmış kazancımızla da dolaylı vergi ödüyoruz. Gidiyoruz markete ödüyoruz. Bir şeyler alıyoruz, ödüyoruz. Eğitimde ödüyoruz. Yani dolaylı vergiyi de, direkt vergiyi de bu ülkenin emekçileri ödüyor. Artık yeter. Bu vergi yükünün bir an evvel üzerimizden alınması gerekir. Bu kanayan bir yara. Eğer bir ülkede adalet isteniyorsa o zaman bu emekçinin üzerinden sağlanmalı. Bu adaleti sağlamanın temel yollarından bir tanesi de emekçinin üzerindeki vergi yükünün kaldırılması. Tüm kesimler bunu söylüyorsa o zaman problemin daha da büyüdüğünü görüyoruz. Bir adım bekliyoruz. Özellikle bu dönem dokuzuncu aya girmeden üçüncü vergi dilimi üzerimize yüklenmeden bu vergi dilimleri üzerindeki adalet sağlansın.
Asgari Ücret: Enflasyonun sebebi emekçiler değil! Emekçilerin gelirini kisarak, enflasyonu düşüremezsiniz
Son yıllarda yüksek enflasyon ile mücadele ettik. Son iki yıldır asgari ücrete altı ayda bir zam yapılıyordu. Yetmese de sonuçta pansumandı. Ama bu yılın ikinci altı ayında asgari ücrete bir zam yok. Şöyle bir mantık olamaz. Az para verelim, az harcasınlar enflasyon düşsün. Enflasyonun sebebi biz değiliz. Enflasyonun sebebi emekçiler değil. Emekçilerin gelirini kısarak, emekçilerin gelir elde etmeleri engelleyerek enflasyonu düşüremezsiniz. O yüzden asgari ücretle ilgili zam ve artış bekliyoruz. Bu en azından sırtımızdaki bu yükü bir nebzede olsa rahatlatmak için önemli ve kıymetli. Enflasyonla hep beraber mücadele edelim. Ama bunu vergi adaletiyle, bunu emekçinin kazancındaki adaletle sağlayalım.
“Emeklilere yapilan zam yeterli değil”
En düşük emekli maaşı 10 bin TL’den 12 bin 500 TL’ye çıktı. Bu dolar bazında 380 dolar civarında. Ancak 380 doların geçen seneki alım gücüyle bu seneki alım gücü aynı değil. Ortalama bir mahallede ev kiraları bugün 10 bin TL. 12 bin 500 TL’ye verdiğiniz bir emekliye eline kalan 2 bin 500 TL ile geçin deniliyor. Bu geçinmenin matematiksel de akli de bir yolu yok. O yüzden emeklilere yapılan bu zam kesinlikle yeterli değil.
“Emeklileri çalıştırmamak için bir mücadele söz konusu”
EYT ile beraber birçok insan emekli oldu. Eleştirenler var ancak biz hep söyledik bu emekli olanların kanuni ve yasal hakkıydı. Hakları teslim edildi. Ama hakları 12 bin 500 TL değil. Onların durumu iyileştirilmeli. Ve EYTli olup çalışan milyonlarca insan var. Çalışmaya devam ediyor. Niye? Çünkü emekli oldukları kazançları yetmiyor.
Bunlar kalifiye elemandı birçoğu. Üretmeye katma değer katmaya da devam ediyorlar ve edecekler de. Siz onları 12 bin 500 Tl’ye ya da düşük ücrete mahkûm ederseniz ya da vergi yüküyle üzerindeki kazançlarını alırsanız çalışmaya mecbur bırakmış olursunuz. Biliyorsunuz son torba kanununa emekli çalışana verilen yüzde 5'lik destek de kaldırıldı. Yani emeklileri çalıştırmamak için bir mücadele söz konusu. Bu bir akıl tutulmasıdır. Emeğin üzerindeki bu sıkıntıların bir an önce kaldırılması gerekir.
“Dışarıdan para aramanıza gerek yok. Bu ülkenin 20 milyar dolar ihracat yapan, para kazandıran tekstil sektörü var”
İsteniyor ki, dışarıdan yatırım gelsin. Para gelsin, dolar gelsin. Eğer o para üretime gelmiyorsa borsaya, bankalara geliyorsa bu ülkenin kaynaklarını tüketerek, sömürerek geri dönecektir. Ama o para üretime geliyorsa bu ülkede bir katma değer yaratacaktır. Katma değer yaratarak geri gitse de o katma değer bu ülkede kalacaktır.
Bir daha söylüyorum: Dışarıdan para aramanıza, dolar aramanıza gerek yok. Bu ülkenin öz kaynağı var. Bu ülkenin iyi üreten, kaliteli üreten, azimli emekçileri var. Bu ülkenin 20 milyar dolar ihracat yapan, para kazandıran, tekstil sektörü var.